Sarıkaya Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Sarıkaya Mutlu Son Hizmeti – Masör Ece

Sarıkaya Mutlu Son tanıdıklarıma görünmeden ve benim kim olduÄŸumu bilmeyenlerle omuz omza girmiÅŸtim. Görünmeyen adam benzer biçimde ve aynı anda her yanda birden bulunma gücüne haiz olduÄŸumu düşlüyordum. O akÅŸam bale programında Sauguet’nin La Chatte’ı, ProkSarıkayaieff in Pas d’acier’i, Neptün’ün Zaferi vardı. Dekorlar, kostümler, müzik, dans; hepsi hepsi büyüledi beni. BeÅŸ yaşımdan bu yana beni böylesine çeken, başımı böylesine döndüren aslabir ÅŸey olmamıştı. BaÅŸka seferler de gittim. Annemden para koparabilmek için ne dolaplar çevirdiÄŸimi ÅŸu anda anımsamıyorum. Her seferinde de, Grupları kendime ÅŸahit gösteriyordum. Rus Balesi’ne iki kez gittim. Smokinli beylerin Stravinsky’nin Oedipus’unu Cocteau’nun yazdığı sözlerle söylemeleri beni ÅŸaşırttı. Mallet, Damia’nın kar beyazı kollarından ve sesinden söz etmiÅŸti bana. Onu dinlemeye Bobino’ya gittim.

Sarıkaya Mutlu Son hokkabazlar, akrobatlar, her ÅŸey yeniydi benim için; her ÅŸeyi alkışlıyordum. Sınavlardan önceki günlerde, sınavlar sarasında, sınav neticelarını beklediÄŸimiz süre içinde, aralarında Jean Mallet ve Blanchette Weiss’ın da olduÄŸu bazı öğrenciler ile Sorbonne’un avlusunda toplanırdık. Bilmeceler çözer; top ve yirmi sual oyunu oynardık; arada bir dedikodu ve tartışmalar da meydana getirdiÄŸimız olurdu. Bu gruba katıldım. Fakat iliÅŸki kurduÄŸum öğrencilerden çoÄŸunun yanında huzursuzluk duyuyordum. Ahlak görüşlerinin aşın geniÅŸliÄŸi beni ürkütüyordu.

Sarıkaya Mutlu Son

Sarıkaya Mutlu Son sıkı terbiye kurallarından yana deÄŸildim; pratikte ise, henüz alabildiÄŸine tutucuydum. Bilmiyorum-kimle bilmiyorum-kimin “beraber çıktığını” söyledikleri vakit, kirpi gibi dikiliyordum. Blanchette Weiss, Normale’de okuyan çocuklardan birini iÅŸaret ederek, “o biçim” olduÄŸunu söylediÄŸi süre, tiksintiyle ürperiyordum. “O biçimler”den de çok, bekâr kız öğrencilerin durumu dehÅŸete düşürüyordu beni. Bu tepkilerim, yetiÅŸtirilme seçimimın doÄŸal sonucuydu. Bunlara karşı koymaya da çalışmıyordum. Kaba ÅŸakalar, açık saçık sözler, rahat davranışlar ve uygunsuz hareketler beni iÄŸrendiriyordu. Gene de, Blanchette Weiss’ın tanıştırdığı bir grup delikanlıya karşı hiç yakınlık duymadım. Blanchette’in düşünceli, nazik tavrı vardı ve Normale’deki havaya tepki gösteren, iyi aileden gelme birkaç çocuk tanıyordu. Bunlar alabildiÄŸine resmi ve ciddi davranışlı gençlerdi.

Beni, pastanelerin arka salonlarında çaya çağırırlardı. Kahvelere pek gitmezlerdi; gitseler bile yanlarında hiçbir vakit kız olmazdı. Benimle ilgilenmeleri hoÅŸuma gidiyordu; koltuklarım kabarıyordu; ama bu duygumu bastırmaya çalışıyordum, çünkü onları barbarlar derslikından sayıyordum. Politikadan, toplum içindeki basanlardan ve ilSarıkayai mesleklerinden baÅŸka bir ÅŸey düşündükleri yoktu. Oturup çaylarımızı yudumlardık; mevzuÅŸma, çocukların bilgiçlik taslamalarıyla en son sosyete dedikoduları içinde gidip gelirdi. Bir öğle sonuydu. Sorbonne’un avlusunda, uzun, esmer yüzlü bir çocukla ÅŸu anda anımsayamadığım bir mevzu üzerinde çatıştık. Bana hayretle baktı ve söylediklerime verecek yanıt bulamadığım söyledi.

Ondan sonrasında, tartışmamızı sürdürmek için her gün gelmeye baÅŸladı. Adı Michel Riesmann’dı. Öğretmen okulunun hazırlık sınıfındaydı. Babası, resmi sanat dünyasında önemli bir kiÅŸiydi. Michel, Gide’in fanatikı olduÄŸunu söylüyor ve GüzelliÄŸe tapıyordu. Edebiyatı seviyor ve bitirmek üzere olduÄŸu bir kısa romana çalışıyordu. Gerçeküstücü akıma büyük hayranlık duyduÄŸumu söylemem onu ÅŸaşırttı. Onun örümceklenmiÅŸ kafalı ve can sıkıcı bulunduÄŸunu düşünüyordum. Fakat belki de, bu çirkinliklerinin ardında duyarlı bir ruh gizliydi.